Kerbela Akşamları

Ok attılar , Allah’a , Resulüne ve insanlığa !

Okladılar , İmam’ı , oğlunu , kardeşlerini , yarenlerini , okladılar !

Allah’tan , Peygamber’den , insanlıktan utanmadan,

Tathir’i , Meveddet’i , Mübahele’yi , Salavat’ı unutup ,

Peygamber canı Ali Asgar’ı okladılar !

Kerbela’da taşı , toprağı , kumu , Fırat’ı okladılar !

Sadece yetmiş iki şehidi değil , Kerbela’yı da okladılar !

İmam Hüseyin’in şahsında , insanlığı okladılar

Ehlibeyt : “Bize bir yudum su verin !” diye feryat etti…

Vallahi feryadı da okladılar , suyu da okladılar !

*********************

Dertler , gamlar yavaş yavaş çıkıyordu ortaya…

Elemler , acımadan yakasına yapışmaya koşuşuyorlardı İmam’ın..

Geçen ve geçecek olan her dem yeni bir derde gebeydi…

İmam Hüseyin ya biat edecek , ya da savaşacaktı…

Hakkın temsilcisinin ,küfrün temsilcisine biatı asla söz konusu olmayacağına göre , geriye savaşmak kalıyordu.Belalar bekliyordu onu…

**************
Miladi 570 yılında ,Haşim oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammed’in nurundan otuz yıl kadar sonra ,Miladi 600 yılında,yine bir Haşim oğlu olan Ebu Talib’in oğlu Ali’nin nuru düştü Mekke’ye…Bahara nasıl müjdeyse cemreler,Muhammed ile Ali de insanlığın kurtuluşu için müjdeydiler…

İmam Hüseyin , gecenin ay ve yıldızlarla ışıldayan göğünü seyirde , tefekkürde , hasrette , sitemde…

İmam yalnız…Çok yalnız…

Dedesi Peygember yok.Dedesi Peygamber’i Ebu Sufyan’a , Ebu Cehil’e , Ebu Leheb’e ve onların kafir yandaşlarına karşı yiğitçe savunan Ebu Talib dedesi de yok…

Büyükanneleri Hz.Hatice ve Fatıma binti Eset yok…

Babası İmam Ali yok…Annesi , cennet hanımlarının efendisi Fatımatü’z Zehra yok…

Ağabeyi İmam Hasan yok…

Peygamberimizin yakın dostları ,güzide sahabeler ;Ammar,Selman,Mikdad,Ebu Zer ,Bilal yok…

Sadakat timsali Müslim , Hani , Kays , Abdullah yok…

İmam yalnız…

İmam gerçekten çok yalnız…

Dünya ağır geliyor artık…

Hele dedesinin ümmetinin vefasızlığı çekilir dert değil…

Ey Müslüman ! Peygemberin torununun ne işi vardı bu çöl gündüzünün sıcağında , çöl gecesinin soğuğunda ? İnsanlık için burada bulunup , bu çileyi çektiğinin farkında mısın ?

Senin dinini değiştirmeye , saptırmaya , fitne ve fesada sürüklemeye çalışan münafıklığa , küfre karşı cihat ta İmam !

Herkes evinde , yumuşak yatağında , O çölde …Kumların üzerinde

Herkes rahatta , O zahmette…

 

İnsan nerede , kimin yanında olduğunu bilmeli.

Hz.Peygamber’in mi yoksa Muaviye’nin mi?

Ya Peygamber! Ya Muaviye!

Ya İmam Ali, Ya o!

Ya Ehlibeyt ,ya Ehl-i Süfyan!

Ya hak,ya batıl!

İkisi bir arada olmaz…

Ya Hüseyin ! Ya Yezit !

İkisi bir arada olmaz !

Allah’ın,Resulü’nün ve Ehl-i Beyt’in dostları olarak,her Aşura’da , Aşura meydanlarına koşarak diyoruz ki,eğer Hicri 61 ‘de yaşamış olsaydık , çölleri aşar ,Kerbela’ya koşar,Peygamber Efendimizin emaneti olan can parçalarını savunmak için,canlarımızı seve seve feda eder , yetmiş iki şehidin mübarek kanlarına,kendi kanlarımızı da katardık…

Ne yazık ki o gün orada yoktuk ama bugün her Aşura ‘da ,Peygamberimizin matem meydanlarındayız…

 

EVET,KERBELA DA BİR İMTİHANDIR…

KERBELA MÜSLÜMANLARIN İMTİHAN EDİLDİKLERİ YER,AŞURA DA İMTİHAN EDİLDİKLERİ GÜN…

 

Bugün Müslümanların içinde bulunduğu zillet,geri kalmışlık , sefalet; bu zulmün,bu cinayetin, bu vahşetin Allah Resulü’nün iki emanetinden biri olan Ehlibeyti bir kenara itip , hatta yok edip , onsuz yaşamanın sonucudur…

İmam Hüseyin’in kanı tutmuştur Müslümanları…

Zeynep’in yüreğine acı okları saplandığı günde şenlik yapılıp,eğleniliyorsa güle ,oynaya ,Müslümanlığın Kaf dağına kaçtığı zamandayız…

 

 

Hüseyin’in kesik başı , yirmiye yakın Kerbela şehitlerinin mızraklara geçirilmiş başlarıyla birlikte önde taşınıyor…

Zeyneb’in yorgun bakışları dedesi Resulullah’ı arar gibi bakınıyordu Şam sokaklarında…

Anneannesi Hatice-i Kübra’yı , annesi Fatımatü’z Zehra’yı ,babası İmam Ali ‘yi arıyordu…

Onun yürütüldüğü yolda , YOL UTANIYORDU !

Ama Yezidiler , Muaviyeler , Süfyaniler utanmıyorlardı!

Sevinç zılgıtları , zafer naraları atıyorlardı…

Yok , bu Müslümanlık değildi…

Zeyneb’in yüreği bulut olmuş ;acısı , sitemi , yağmur gibi gözlerinden boşanıyordu…

Kederli bakışlarında , Kerbela akşamının , kanla karışmış kızıllığı saçılıyordu…

Yaşlı gözlerinde , dedesi Peygamber’in bakışları vardı;ama gören nerede ?

Manzaraya bakınca, sahne gözlerin önünde canlandırılınca yürekler gerçekten yanıyor.

Bu öyle zulüm , öyle cinayet , öyle utanmazlık , öyle alçaklıkdı ki..

Müslüman olan ağlardı…İnsan olan ağlardı…

Yezidi olanlar , Muaviyeler ağlamazdı bir tek.

İçimizdeki Yezid’den kurtulmak gerek,diyorlar…

Ne Yezid’i ? Yezid ‘de kim ?

Asıl Yezid , Muaviye’dir !

Asıl Muaviye de Ebu Sufyan dır.

Asıl içimizdeki Süfyanilik’ten kurtulmak gerek.

Söz söylüyorsak eğer , doğrusunu söylemek gerek.

Sözü eğip , bükmeye , asıl Yezid olan Muaviye ‘yi , asıl Muaviye olan Ebu Süfyanı saklamağa gerek yok…

Yezid’i yetiştiren , Yezid’i Yezid yapan Muaviye’dir.Muaviye’yi yetiştiren toprak da Ebu Süfyan’dır…

Hiç neslini ,oğlunu tanımaz , bilmez mi baba ?

İslam tarihinin dönüm noktası olan o heyecanlı gecede , dünyanın bir daha görüp göremeyeceği bir yiğitlik , bir adanmışlık , bir gerçek can fedası gerçekleşmişti.Hz.Ali’nin Peygamber efendimizin yatağında yatması , üzerinde düşünülmeğe değer bir konudur.

Hz.Peygamber yatağında niçin Ali ‘yi yatırdı?

Niçin onu seçmişti ? Ali ‘den başka müslüman yok muydu?

Durup dururken mi Ali ‘yi seçmişti ?Hangi mesajı vermek , neye işaret etmek istemişti ? Düşünmek gerek…

Allah’ın izni olmadan hiçbir şey yapmayan peygamber efendimiz , yine Allah’ın izniyle, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktasında daha ALİ’SİYLE İŞE BAŞLIYORDU…

Hicret edenler , bir noktada canlarını kurtarırken o ,  canını İslam’ın Peygamberi’ne adamıştı.Ebubekir Resulullah ile gitmişti.Ömer ile Osman da daha önce gitmişlerdi…Ali en sona kalmış , zorba Kureyş’in bütün öfkesine kendisini siper etmişti.Sadece bu fedakarlığı ile Ali , bütün Müslümanların en önünde idi…*****

Sonra birden,Ali’nin kahramanlığını bütün kainata ilan eden bir nida  yükseldi:-La Seyfe illa Zülfikar,la feta illa Ali !

Ali gibi yiğit , Zülfikar gibi kılıç yoktur…

Gamlı dönenlerle,gözleri yaşlı karşılayanlar , Medine önünde kucaklaştılar sonunda…

Hıçkırıklar birbirine karışıp , Medine göğünde yankılandı…

Peygamberimizin eşi Ümmü Seleme annemiz, toza , toprağa bulanmış yorgun , bitkin , perişan Zeyneb’ini görünce , ihtiyar yüreği yandı…

Önce bakıştılar…

Sonra birbirlerine sarıldılar…

Gözyaşları birbirine karıştı…

Daha dört beş yaşlarındayken , dedesi Peygamber’i kaybeden Zeyneb altı ay sonra annesi Fatıma’yı da kaybedince ,bebekliği kucağında geçmiş olan Ümmü Seleme adeta annesi olmuştu.Hıçkırarak:

-Zeyneb’im ! dedi, Hüseyin’im nerede ?

-Hüseyn’ini öldürdüler anne ! Hüseyn’in parçalanmış başsız bedeni Kerbela toprağında , kesik başı Şam kalesinin burcunda asılı anne…

Yürekler yandı…

Vaveyla koptu…

Ağlama sesleri Medine’nin yerini , göğünü , uzak , yakın ufuklarını inletmeye başladı…

Zeyneb hem anlattı , hem ağladı..

O anlattıkça Medineli hanımların hıçkırığa tutulmuş sesleri yeri , göğü inletti…

Comments are closed.